

KONYA’ DA UNUTULAN BİR DEĞER; ŞEYZHADE AİLESİ 5
Merhabalar Kıymetli Okurlar.
Geçen hafta hayatını anlattığımız Zeynelabidin Efendi’nin bu hafta Meşrutiyet hakkındaki görüşleri ve Meclisi Mebusan’da Konya hakkında yaptığı konuşmalardan bahsedeceğiz.
Zeynelabidin Efendi, siyasete atılarak 1908 yılında yapılan Meclis-i Mebusan seçimlerinde İttihat ve Terakki Fırkası'ndan Konya Mebusu seçilmiştir. Mebus seçilene kadar medresede müderrislik ve Nakşibendi tarikatı şeyhliği görevlerini sürdürmüştür. Mebus olduktan sonra da müderris olan kardeşleri aracılığıyla medreselerle olan ilişkisini devam ettirmiştir.
Meclis-i Mebusan’da oldukça etkin bir milletvekili olan Zeynelabidin Efendi, Yıldız Sarayı’nın yağmalanması, değerli evrak, para ve eşyaların akıbeti, ayrıca il ve ilçe müftülüklerine yapılan atamalar gibi konularda birçok soru önergesi vermiştir.
Eğitim ve medreseler konusunu sık sık gündeme getirmiş, İttihat ve Terakki yönetiminin medreselere karşı yürüttüğü uygulamalara karşı çıkmıştır. Medreselerin önemini savunarak, bu kurumların ihmal edilmesini eleştirmiştir.
Örneğin, Meclis kürsüsünde yaptığı bir konuşmada, Konya’da matematik okutacak bir muallim bulunamadığını, bunun temel nedeninin ise muallimlere maaş ödenmemesi olduğunu dile getirmiştir. 1910 yılında yapılan eğitim ıslahatları sonrasında, medreselerde ders verecek muallimlere ücret verilmediğinden, derslerin düzenli olarak devam ettirilemediğini ifade etmiştir. Bu durumun da medreseler için gösterilen çabaları boşa çıkardığını vurgulamıştır.
Mecliste yaptığı konuşmalardan birinde, yaşanan durumu şöyle özetlemiştir:
“Konya’da bugün için talebe okuyor. Bunlara edavat lazım değil mi? Peki burada okutan muallimler, kaçıyorlar, okutmuyorlar çünkü paraları yok. Bunlara bir maaş vermek lazım değil mi? Bugün temin ederim size, Konya’da çalışan kadar başkalarda çalışan yoktur. Ne okunuyor? (Batı tipi okullar için) Maalesef bir şey yoktur. Ben memleketimi bilirim, rica ederim efendim.”
Zeynelabidin Efendi, medreselerde matematik gibi bilimsel derslerin okutulmasının önündeki en büyük engelin, muallimlerin maddi olarak desteklenmemesi olduğunu vurgulamış ve şu ifadeleri kullanmıştır:
“Bugün bir hoca kalkar da şu medresede ben hendese (geometri) okutacağım derse, o hocaya da o para verilsin. Mekteplere bu kadar para veriyoruz da, medreselere, bu hocalara vermeyecek miyiz? Rica ederim, insaf edin.”
Bu eşitsizliğin çözümü olarak, her memleketin kendi vakıf gelirlerinin o memlekette kalmasını teklif etmiştir. Ona göre, yerel vakıfların gelirleriyle yerel medreselerin ve dini hizmetlerin desteklenmesi, hem eğitimde adaleti sağlayacak hem de merkeziyetçi yapının doğurduğu sorunları azaltacaktır.
Zeynelabidin Efendi, vakıfların merkezi bir sistemle yönetilmesine de açıkça karşı çıkmıştır. Bu durumu meşrutiyet yönetimiyle bağdaştırmamış, İslam cemaatine karşı adaletsiz bir uygulama olarak görmüştür. Nitekim, azınlık cemaatlerinin vakıflarını kendi kontrollerinde özgürce yönetebilmelerine dikkat çekerek, Müslüman cemaatlerin de en az onlar kadar vakıf özgürlüğüne sahip olması gerektiğini savunmuştur.
Vakıfların yerel idarelere bırakılması yönündeki teklifinin kabul görmemesi üzerine, Zeynelabidin Efendi, devlet hazinesine vakıflar aracılığıyla 1.073.000 lira gelir sağlayan mescitler için, yalnızca inşaat ve onarım harcamalarında kullanılmak üzere 50.000 lira tahsis edilmesini Meclis'te talep etmiştir.
Zeynelabidin Efendi, siyasi hayatı boyunca tek parti egemenliğine karşı çıkmış, siyasetin farklı görüş ve partilere açık olması gerektiğini savunmuştur. Ona göre, siyasi hayatın tek bir partinin kontrolü altında şekillenmesi, halk üzerinde
baskıcı bir iktidar yapısı oluşturur. Bu nedenle, farklı siyasi görüşlerin varlığı ve bu görüşlerin eliyle hükümetlerin denetlenebilir hale gelmesi, sağlıklı bir yönetimin temel şartıdır.
Bu düşüncelerini daha geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla, "İslamiyet ve Meşrutiyet" adlı bir kitap kaleme almıştır. Bu eserinde, halkın yönetime katılımını sağlayacak bir sistemin hem İslamiyet’in ruhuna hem de meşrutiyet rejiminin ilkelerine uygun olduğunu savunmuştur.
Zeynelabidin Efendi’ye göre, Müslümanlar ülke işlerine “el katmak”, yani siyasete ve yönetime katılmak için gücü yettiğince çaba göstermelidir. Bunu da "pak bir vazife", yani kutsal ve temiz bir sorumluluk olarak görmelidirler. Ancak bu sorumluluğun hakkıyla yerine getirilebilmesi için, halkın yani Müslümanların bilgilenmesi şarttır. Seçmen, bir mebusun nasıl seçileceğini, hangi niteliklere sahip olması gerektiğini bilmelidir. Zeynelabidin Efendi’ye göre, bu bilgiye sahip olmak, seçmen için farz-ı ayın hükmündedir; yani her birey için kişisel bir dini ve ahlaki sorumluluktur. Aksi halde, yanlış bir kişinin seçilmesi, toplumu büyük sıkıntılara sokabilir. Bunu da“İşin sonunda kötü bir adamı seçip, âlemi belada koymak da vardır.” diyerek özetlemiştir.
Zeynelabidin Efendi, iyi bir mebusun seçilememesinin önündeki engelleri iki başlık altında toplar. Birincisi, halkın bilgisizliğidir. Bu bilgisizlik de iki şekilde tezahür eder:
1. Adayın iyi mi kötü mü olduğunu ayırt edememek,
2. Mebus seçimini “hükümet işi” sayarak, bu görevi yine hükümete bırakmak.
Yani halk hem adayı tanımamakta hem de seçim sorumluluğunu kendisinde değil, devlette görmektedir. Oysa Zeynelabidin Efendi’ye göre, milletvekili göndermekle iş bitmemekte, seçilen mebusun görev süresince hükümeti denetlemesi, adil ve doğru kararlar alıp almadığını sürekli kontrol etmesi gerekmektedir.
Bu katılımcı anlayış doğrultusunda, Zeynelabidin Efendi, anayasa çerçevesinde kurulan cemiyet ve derneklerin de meşru olduğunu savunur. Bu tür yapılar yasaklanamaz ve milletin cemiyet kurma hakkı ellerinden alınamaz. Çünkü bu kurumlar, halkın bilinçlenmesi ve siyasi sürece katılımı için hayati öneme sahiptir.
Ancak Zeynelabidin Efendi, bu görüşleriyle dönemin iktidar partisi olan İttihat ve Terakki Fırkası ile safta değildir. 1910 yılında İttihat ve Terakki’den istifa eden altı mebusla birlikte, Ahali Fırkası’nı kurmuştur. Zamanla bu grubun sayısı kırka kadar çıkmış, böylece Ahali Fırkası Meclis-i Mebusan’da etkili bir muhalefet bloğu oluşturmuştur.
1911 yılında Zeynelabidin Efendi, Elmalılı Muhammed Hamdi, Mustafa Sabri Efendi gibi dönemin önemli isimleriyle birlikte, Ahali Fırkası’yla birlikte Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katılmıştır. Bu süreçte Zeynelabidin Efendi, partinin Konya il teşkilatını kurmuş ve aynı zamanda Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın Meclis-i Mebusan İdare Heyeti Üyesi olarak görev almıştır.
Zeynelabidin Efendi, 1912 Meclis-i Mebusan seçimlerinde, dönemin iktidar partisi İttihat ve Terakki’nin yoğun engellemelerine rağmen, geniş bir sahaya yayılan nüfuzu sayesinde yeniden Konya mebusu olarak seçilmiştir. Özellikle Bozkır, Hadim, Taşkent, Karaman, Seydişehir ve Beyşehir bölgelerinden aldığı oylarla seçimi kazanmıştır. Konya merkezde bulunan 64 seçmenden sadece 4'ü oy kullanmamış, kalan 60 kişinin tamamı oyunu Zeynelabidin Efendi lehine kullanmıştır.
Zeynelabidin Efendi, İttihat ve Terakki’nin siyasi iradesi dışında Meclis’e girmeyi başaran sadece altı mebustan biri olmuştur. Bu nedenle, mazbatası uzun süre onaylanmamış, Meclis’e katılımı geciktirilmiştir.
1913 yılında Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın suikaste uğramasının ardından, İttihat ve Terakki Hükümeti, suikastı Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın yöneticilerine yüklemiş, partiye yönelik sert bir tasfiye süreci başlatmıştır. Bu süreçte Zeynelabidin Efendi de, diğer parti yöneticileriyle birlikte, Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürgünde kalmıştır.
1918 yılında Mondros Mütarekesi ile birlikte İttihat ve Terakki’nin iktidardan çekilmesinin ardından, Zeynelabidin Efendi İstanbul’a dönmüş ve 1919 sonrasında Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve sonradan Teali-i İslam Cemiyeti** adını alacak Cemiyet-i Müderrisin Cemiyeti’ni canlandırmak amacıyla faaliyetlerde bulunmuştur.
Zeynelabidin Efendi, Konya’ya özgü şivesiyle konuşması, yerel giyim tarzı, doğrudan ve cesur üslubu ile dönemin padişahı Sultan Vahdettin üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Bu etkileyici kişiliği ve özgün tavırları sayesinde, Sultan Vahdettin tarafından Ayan Meclisi üyeliğine atanmıştır.
Padişahla yaptığı görüşmelerde, Zeynelabidin Efendi, ülkenin ancak bir "İslam demokrasisi" ile kurtarılabileceğini savunmuş; ayrıca Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına karşı olduğunu, Tanzimat hareketlerini ise doğru bulmadığını ifade etmiştir.
Zeynelabidin Efendi’nin Hürriyet ve İtilaf Fırkası içindeki siyasi faaliyetleri, partinin başlıca destekçilerinden biri olan Sadrazam Damad Ferid Paşa’nın görevden alınarak yerine Sadrazam Tevfik Paşa’nın atanması ile sona ermiş ve aktif siyasetten çekilmiştir
Yazımıza, Zeynelabidin Efendi’nin, döneminin geleneksel siyasal düşünce yapısından ayrışan “İslamiyet ve Meşrutiyet” adlı eseri hakkında bilgi vererek son verelim dilerseniz. Bu eserinde Zeynelabidin Efendi, kurallara bağlı bir hükümet ve idare anlayışını — yani meşrutiyeti — İslamî kaynaklarla temellendirmeye çalışmıştır. Kitapta; millî meclis kavramı, mebusluk için gerekli nitelikler, yasama ve yürütme erklerinin ayrılığı, yöneticilerin halka karşı sorumluluğu gibi, günümüzde de önemini koruyan siyasal ilkeler ele alınmıştır. Zeynelabidin Efendi, bu kavramları Batı’dan doğrudan aktarmak yerine, ayet ve hadislerle ilişkilendirerek İslam düşüncesi içerisinde temellendirmiştir. Amacı, halkı bilinçlendirmek ve meşrutiyetin İslam’a aykırı değil, aksine İslam’ın adalet ve danışma ilkelerine uygun olduğunu göstermektir.
Zeynelabidin Efendi, İslamiyet ve Meşrutiyet adlı eserinde bir mebusta bulunması gereken nitelikleri ayrıntılı şekilde sıralamıştır. Bu şartlar, sadece hukuki veya siyasi değil, aynı zamanda ahlaki ve toplumsal sorumlulukları da kapsamaktadır:
1. Yerel Halkla İç İçe Olmak: Milletvekili adayı, aday olacağı şehirde uzun süre yaşamış olmalı, o bölge halkının mizacını, ihtiyaçlarını ve sorunlarını iyi bilmelidir. Bir şehirde yaşamamış ya da uzun süredir oradan ayrılmış kişilerin ne denli ehil oldukları anlaşılamaz.
2. Toplumsal Faydaları Gözetmek: Aday, şehre ve halkına yarayacak her türlü yasa ve uygulamayı düşünebilecek, bunları önerebilecek ve bu yönde destek toplayabilecek nitelikte olmalıdır.
3. Ahlaklı ve Dengeli Olmak: Aday, devletin şan ve şerefini gözetecek kadar şuurlu, ancak sefih (aşırı düşkün ve sorumsuz) olmayacak kadar da ağırbaşlı olmalıdır. Çünkü kendi malına sahip çıkamayacak birine milletin sorumluluğu verilemez.
4. Cesaret Sahibi Olmak: Haksızlık ve kanunsuzluk karşısında, korkmadan hükümetin yüzüne gerçeği söyleyebilmeli, gerektiğinde canını bile ortaya koyabilmelidir. Dünya menfaati için kimseye boyun eğmemelidir.
5. Paraya Tamah Etmemek: Parayı görünce her şeye razı olacak kadar zayıf karakterli ya da maddiyata düşkün olmamalıdır. Aksi halde milletin çıkarları zarar görebilir ve memleket uçuruma sürüklenebilir.
6. Menfaat İçin Eğilmemiş Olmak: Memurluk veya başka çıkarlar için kimseye boyun eğmemiş, haksızlık karşısında susmamış, haksızlık yapmamış olmalıdır.
7. Rüşvetle Kirlenmemiş Olmak: Rüşvet almış, başkasının hakkını parayla satmış, insanlar arasında adaleti yok etmiş kimseler aday gösterilmemelidir.
8. Zulümle Anılmamak: Halk içinde zorbalığı, adaletsizliği, baskısı ile tanınan kişiler milletvekilliği için uygun değildir.
9. Samimi ve Dürüst Olmak: İkiyüzlü, çifte dilli, farklı ortamlarda farklı konuşan kişiler milletin temsilcisi olamaz.
10. Fitne ve Dedikodudan Uzak Durmak: Başkalarının ayıplarını araştıran, gizli sırları ortaya çıkarmaya çalışan, entrika üreten kişiler de aday gösterilmemelidir.
11. Geçimini Siyasete Bağlamamak: Milletvekilliği sona erdiğinde geçimini sağlayacak bir mesleği veya serveti olmayan kimseler aday yapılmamalıdır. Aksi halde bu kişiler geçim kaygısıyla hükümete boyun eğmek zorunda kalabilir.
12. Halkla Eşitlik Bilincine Sahip Olmak: Kendini halktan üstün görmemeli; çarığı delik, gömleği olmayan, yoksul ama onurlu halk kesimlerini gözünün önünden ayırmamalı ve onların hizmetkârı olduğunu unutmamalıdır.
Yazımızın üçüncü ve son bölümünde Konya’da vuku bulan Delibaş İsyanı’nın bilinmeyen yönlerini ele alacağız.
*Bu yıl on ikincisi düzenlenen Konya Kitap Günleri’nde 21 Ekim 2025 Salı günü, saat 15:00 de Miryakefalon Salonu’nda Şükrü Taşdelen’le birlikte “Turgutogulları” hakkında bir söyleşimiz olacak. Müsait olan herkesi bekleriz.
Yeniden görüşmek dileğiyle, baki selamlar…
Muhammed Kemal ERDEM
**Cemiyeti Müderrisin’in kadrosunu Mustafa Sabri Efendi, İskilipli Mehmet Atıf Efendi, Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Seydisehirli Müderris Hasan Fehmi Efendi gibi devrin önemli isimleri oluşturuyordu. 26 Eylül 1919’da Teali İslam adını alarak siyasete girince Said Nursi, Tahir Efendi gibi üyeler rahatsız olarak cemiyetten ayrılmıştır.
İngilizlerin baskıları sonucu Meşihat Makamı’nca hazırlanan Millî Mücadele aleyhindeki beyannâme, cemiyeti töhmet altında bırakmıştır. Üyeler arasında yapılan oylamada ret kararı çıkmış ve cemiyet başkanı İskilipli Mehmed Âtıf Efendi’nin olumsuz oyuna rağmen, beyannâme usulen reddedilmesine karşın, mühürsüz ve imzasız şekilde Yunan uçakları tarafından Anadolu üzerine atılmıştır (TDV İslâm Ansiklopedisi c 22/ sf 583)
YARARLANILAN KAYNAKLAR : Caner ARABACI; Osmanlı Dönemi Konya Medreseleri
Zekeriya AKMAN;Dar’ül Hikmet’il İslamiye / İsmail BİLGİLİ - Ahmet ÇELİK; Muhammed Kutsi El- Bozkıri /İsmail BİLGİLİ– Ahmed Ziya Efendi /İbrahim Hakkı KONYALI; Konya Tarihi / Mehmet Ali UZ; Konya Alimleri Velileri / M. Zeynelabidin Efendi; İslamiyet ve Meşrutiyet. (Sadeleştiren Ahmet ATALAY) / Konya Ansiklopedisi; Cilt 7 - Muhammed Zeynelabidin Efendi / Türkiye Diyanet Ansiklopedisi Cilt 22

Haber Yazılımı: CM Bilişim













